GÜNCEL

GMK'DAN

ARŞİVDEN

Nedir Simge?

Rob Alderson’un Paris’te yaşanan olaylar sonrasında Jean Jullien’in popülerleşen barış simgesi üzerinden başlayan ve görsel tasarımcıların toplumsal felaketler karşısında üstledikleri roller üzerine süregiden tartışmalar üzerine yazdığı bu minik yazı vesilesiyle Sait Maden’in 1990 yılında kaleme aldığı ve arşivimizdeki Yazılar’da da yer verdiğimiz “Nedir Simge?”* başlıklı metnini yeniden gündemimize almak istedik:

“Simge tasarlamak bir senfoni bestelemek, bir şiir yazmak gibi ciddi, temelden, özgün bir uğraşı. Plastik sanatların bütün türleri içinde en aza indirgenmiş gereçlerle yaratılan tek tür. En yalın sanat türü. Budur simgenin amacı çünkü: Bir fikrin, bir buluşun en dolaysız, en yalın, en kestirme durumunu, kavranması çaba gerektirmeyen, her türlü basım yöntemine elverişli ve toplumsal bellekte yer etme, tutunma yeteneği yüksek bir çizim olayını gerçekleştirmek.”

Keyifli okumalar…

*Sait Maden, Nedir Simge?, 1960

Fotoğraf: Uygar Özel

Çevremizi kuşatan her şey: Su, ağaç, yıldız, bulut... Tarih boyunca her şeyi kendi kimliğinden soymuş, birer simgeye dönüştürmüşüz. Suyu, ağacı, yıldızı, bulutu kendi varlıklarıyla değil, simgeleriyle, onlara yakıştırdığımız adlarla algılayabiliyoruz ancak. Ad: simge.

Doğasal, tarihsel hiçbir olguyu bu olgunun gerçek verileriyle kavrayamaz insanoğlu, simgeleriyle kavrar. Simgeler insanın her çağda, her toplumda, her koşul içinde yarattığı iletişim biçimlerinin ilk anahtarları. Toplumlar, geniş boyutlu düşünce ve inanç akımlarını benimsemek, sevmek, savunmak için birer simge uydurur, bu simge aracılığıyla yaklaşırlar konuya. Hint bilgeliğinin mandalası, Hristiyanların haçı, İslam’ın hilâli, Rusların orak-çekici gibi. Simgeler: duvarlar. Toplulukları, inançları, istekleri ayıran duvarlar. Her ülkenin, her ulusun bayrağı da bir simge.

Simgeler yaşamın her alanında bağdaş kurmuş gizli tanrılar. Onlarsız edemiyoruz. Çevremizi kuşatan her olguyla, her nesneyle iletişim kurabilmek için onlardan yararlanıyoruz.

İnsan yazıyı bulmadan once simgeyi buldu. Suyu, ağacı, yıldızı, bulutu nasıl bir simgeyle anlatabileceğini düşündü. Tasarladı bunun biçimini, çağlar boyunca uyguladı, sonra da yazıya dönüştürdü. Bir örnek: Öküz, insanın evcilleştirdiği en güçlü yaratıklardan biri. Gücü anlatmak için öküz başının biçimini kullandı insan, üçgenimsi bir biçimi. Akadca “alp” Akdeniz yöresindeki toplumların hepsinde ortak bir sözcük: öküz. Fenikeli aldı bu üçgeni “alf” dedi, İbrani aldı “alef ” dedi, Arap aldı “elif ” dedi, Yunan aldı “alfa” dedi. Öküzün ya da gücün simgesi olan üçgen zamanla “A” harfine dönüştü. Bir başka örnek: “Bet” eski Mısır dilinde “ev”in simgesiydi. Hiyeroglif yazısında üstüste iki dikdörtgen biçiminde gösterilirdi. İbrani, Fenike, Arap dillerini aynı söyleyişle dolaşıp Yunancaya girdi “beta” biçiminde: Bugün kullandığımız “B” harfi. İki dikdörtgenin sağ köşelerini dört bin yılda azıcık yuvarlamışız, o kadar.

Simgeler her çağda bir bildirişim aracı olmuştur. Örneğin eski Türkler, Orta Asya’da, konar-göçer bir yaşam biçimini sürdürürken, hayvanları bir başkasının sürüsüne karışırsa bulması kolay olsun diye, sağrılarını kendilerine özgü bir biçimle damgalarlardı. Bu uygulama Anadolu’nun kırsal kesimlerinde bugün bile geçerli. Bir başka örnek: Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Ahilik örgütü kendi bütününü oluşturan her loncaya bir simge vermişti. Yeniçerilik örgütünü oluşturan her “orta”nın bir simgesi vardı.

Günümüzde toplumsal ilişkilerin karmaşıklığı, simgelerin işlevini de karmaşık bir duruma soktu. Yeni iş alanlarının, üretim ve yaratı biçimlerinin, bilgi aktarma yöntemlerinin durmadan arttığı, çeşitlendiği günümüzde toplumların bütününü oluşturan örgütlerin, kurumların birbirinden kolayca ayırt edilmesini sağlayan başlıca araç oldu simge. Dinsel, onursal, göksel ya da ülküsel işlevini yitirdi. Şimdi para ve bilgi akışını yöneten, denetleyen kurumların hizmetinde.

Bir bilgi dağarcığıdır simge. Tanıtımını üstlendiği kurumu tarihiyle, toplum içindeki özel konumuyla, etkisiyle, etkinlikleriyle, kısacası bütün kapsamıyla çağrıştırır, duyurur, benimsetir. En aza indirgenmiş biçimsel öğeler (bir iki harf, bir iki çizgi, yalınlığın sınırını zorlayan bir iki leke) izleyicinin önüne bir varlık serer.

Ama grafikçi için simgenin anlamı çok başka. Simge tasarlamak bir senfoni bestelemek, bir şiir yazmak gibi ciddi, temelden, özgün bir uğraşı. Plastik sanatların bütün türleri içinde en aza indirgenmiş gereçlerle yaratılan tek tür. En yalın sanat türü. Budur simgenin amacı çünkü: Bir fikrin, bir buluşun en dolaysız, en yalın, en kestirme durumunu, kavranması çaba gerektirmeyen, her türlü basım yöntemine elverişli ve toplumsal bellekte yer etme, tutunma yeteneği yüksek bir çizim olayını gerçekleştirmek.

Ben Sait Maden, ülkemizde grafik sanatının 1950’lerden sonraki ivmesini başından beri yaşayıp izleme ve bunun gerektirdiği sorumluluğa katılma konumunda kaldım. Ödül alan ilk simgem 1955 yılında çizildiğine göre, elli yıllık bir gözlemci ve uygulamacıyım. Bu elli yıl içinde yüzlerce simge çizdim. Yüzlerce kuruluşun doğuşuna, batışına tanık oldum. Bunlardan aşağı yukarı yüzde doksanı kısa sürede, üç yıl sonra, beş yıl sonra silinip gitti. Ülkemiz sağlıklı bir anapara birikimine, iş ve emek örgütlenmesine, para akışına hazır değil daha. İş kuran da, iş gören de sürekli bir çalkantı içinde gününü kurtarmaya bakıyor. Batı’nın yerleşmiş, oturmuş, sarsılmaz bir yapıya kavuşmuş kurumları yok bizde. Grafikçi için zor bir çalışma ortamı.

Simgeleri, kolay tanımlayabilmek için, birtakım türlere ayırabiliriz: 1) Sözcük simgesi: Bir kuruluşun adının özgün bir yazı biçimiyle yansıması. 2) Harf simgesi: Bir kuruluşun baş harfinden ya da harflerinden oluşmuş simge. 3) Resimsel simge: Kuruluşun çalışma alanını dolaysız bir yoldan çağrıştıran simge. 4) Kuruluşun çalışma alanını dolaylı bir yoldan çağrıştıran simge. 5) Kuruluşun çalışma alanıyla hiçbir anlam, çağrışım, ilgi bağlantısı olmayan simge. 6) Genel simge: Tarihsel, toplumsal ya da kentsel bir özelliği yansıtan simge. Kitapta bütün bunların örnekleri var.

Yazılar, No: 133, Ekim 2013.