Babıâli’nin Ressamları: 'Zanaat’tan 'Tasarım’a Geçişin Aktörleri
- Yazar Admin, 22.04.2016
Grafist 20 kapsamında Ali Suavi Sonar anısına bir seminer gerçekleşti. Çalışma hayatına Babıâli’de kitap kapakları tasarlayarak başlayan ve grafik tasarım tarihinin enteresan figürlerinden biri olan Sonar’a saygı amaçlı bu seminer, Sonar ile birlikte, onun dönemdaşlarını ve Geç Osmanlı ve özellikle Erken Cumhuriyet döneminin pek ele alınmayan ve nitelikli araştırmaları bekleyen görsel dünyasını da yeniden düşünmek için bir vesile. Emin Nedret İşli, Ömer Durmaz’ın*** günümüz grafik tasarımcılarının ‘öncüleri’ diyebileceğimiz Babıâli ressamlarını, zanaattan tasarıma geçişin aktörleri olarak ele aldıkları bu yazı** bir dönemin ruhuna ve Türkiye’de grafik tasarım tarihindeki özel bir kesite yakından bakıyor.
Özellikle 1970 öncesinin gazetelerinin, dergilerinin sayfalarına ya da kapaklarına göz atarsanız, çizgi ve resimlemeyle oluşturulan görselliği fark edersiniz. Bugün rahatlıkla fotoğrafla oluşturulabilecek bir görselin yerine, o dönemlerde illüstrasyonun tercih edilmesinin türlü nedenleri vardı: Bir kere fotoğraf çekmek, basmak ve matbaa için uygun hâle getirmek daha maliyetliydi; fotoğrafçı bulmak da pek mümkün değildi. Hele konuya uygun görseli fotoğrafla oluşturmak zaman alıyordu. Baskı teknolojilerinin yetersizliği, konuya uygun görselin hızla üretilmesi zorunluluğu gibi nedenler, basımı fotoğrafa göre daha kolay olan illüstrasyonun tercih edilmesinin başlıca nedeniydi.
Hem okur için; karikatür, illüstrasyon ve kaligrafi ile oluşturulan görsellik daha albenili, nükteli ve samimi olabiliyordu. Hâliyle Babıâli’de çizere, ressama talep fazlaydı. Fazlaydı fazla olmasına ama matbuatın gelişmesinin önündeki engeller, cihan harpleri, ekonomik çalkantılar, grafik tasarım eğitimini verebilecek kurumların yokluğu/yetersizliği basın–yayın ressamlarının tanımı belli bir meslek grubunu oluşturmasının önündeki ciddi sorunlardı. Dolayısıyla mesleki disiplinin oluşması zaman aldı. 1800’lerin sonlarından itibaren bileği kuvvetli alelade kişiler kadar, devrin isim yapmış ressamları, Akademi hocaları da Babıâli’de boy gösterdi. Yurt dışından ‘hakkâk’ diye isimlendirilen zanaatkârların getirildiği, Avrupa’dan kullanılmış klişelerin çuvalla alınıp kullanıldığı ya da yabancı dergilerdeki illüstrasyonların kopyalandığı uzun bir geçiş döneminden sonra sınırlar çizilmeye, mesleğin çerçevesi belirmeye başladı. Babıâli kendi ressamlarını yetiştirir hâle geldi; kuşaktan kuşağa geçen bir gelenekten söz etmek mümkündü artık. 1950’lilerin sonlarına gelindiğinde taşlar yerine oturmaya başlamış, alan uzmanlıkları oluşmuş, mesleğin erbapları çoktan devrin ünlü simaları arasına girmişti. 1960’lardaysa Türkiye’nin dünya ile kurduğu ilişkilerle birlikte Babıâli de değişmiş, eğitim kadroları ve müfredatları gelişen okullarla ‘zanaattan tasarıma geçiş’ tamamlanmıştı, uluslararası kriterleri amaçlayan bir üretim başlamıştı.
Babıâli ressamları, gazeteler plazalara taşınıp basın–yayın dünyası Cağaloğlu’nu terk edene kadar önemini korudu; baskı teknolojilerinin gelişip bilgisayarlı üretimin başlaması; illüstrasyon, grafik tasarım, karikatür, çizgi roman, tipografi gibi disiplinlerin ayrımının derinleşmesiyle yavaş yavaş azalıp Babıâli hâtıralarında yaşamaya başladılar.
Babıâli’nin Tarihi
19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi Babıâli, aynı zamanda Türk basınının da merkezi ve kalbiydi. Divanyolu üzerindeki Sultan Mahmut Türbesi’nden başlayıp Sirkeci meydanına kadar kavisli bir şekilde inen bu cadde, bir orta noktada kırılır. Bu orta nokta “Babıâli” denilen, yani Osmanlı sadrazamlarının konağı, yönetim yeri olan, aynı zamanda da Paşakapısı denilen, valilik binasını orta merkez olarak alır. Sultan Mahmut Türbesi’nden, yani Divanyolu’ndan, köşeden başlayıp valiliğin uç noktasına, yani köşe noktasına kadar olan kısma eskiden Mahmudiye Caddesi adı verilmekte, valilikten aşağı ve Sirkeci’ye kadar olan kısmına da Babıâli denmekteydi. Fakat bu iş 1934 yılında değişir. Osman Nuri Ergin, yeni sokakların isimlendirilmesiyle ilgili görevlendirildikten sonra Sirkeci’den valiliğe kadar olan bölüme Ankara Caddesi, valilikten sonra Sultan Mahmut Türbesi, yani Divanyolu’nun başlangıç kısmına kadar olan yere de Babıâli Caddesi adını verir. Bu isimlendirmeye çok sinirlenen Reşat Ekrem Koçu “İstanbul Ansiklopedisi”nin ‘Ankara Caddesi’ maddesinde bunu sert bir dille, ağırca eleştirir.
19. yüzyılın sonundan, 1870’lerden itibaren bu caddede kitapçılar yer almaya başlar. Yüzyıl sonlarında bu kitapçılar önemlerini ve sayılarını çoğaltarak caddenin Türk basın–yayın dünyasının en önemli merkezi hâline gelmesini sağlarlar. 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyılın sonuna kadar kitabevleri, matbaalar, gazete idarehaneleri, mücellitler, kırtasiyeciler, klişeciler velhasıl Babıâli, Türk basınının kalbi olur. Reşat Ekrem Koçu “Büyük şehrin, dolayısıyla Türkiye’nin fikir ve sanat merkez meşheri, İstanbul basının beşiği, bir politika kanalı, alimler, mütefekkirler, müellifler, muharrirler, artistler güzergâhıdır. İstanbul’un büyük kitapçıları, en büyük kırtasiye mağazaları, mücellitleri, klişe atölyeleri, ilanat büro ve şirketleri, gazete ve mecmua bayileri, birkaç büyük matbaa, gazete ve mecmua idarehaneleri, bu caddenin iki kenarı boyunca sıralanmıştır” diye tanımlar Ankara Caddesi’ni.
Babıâli basınının ayrıntılı bir tarihi yazılamamıştır. Nitekim Türk basınının eskilerinden ve Babıâli’yi en iyi bilenlerden Münir Süleyman Çapanoğlu da “Basın tarihimiz yazılamamıştır” der… Henüz Babıâli tarihi detaylarıyla yazılmamışken, Babıâli’nin görselliğini oluşturan sanatkârların renkli dünyalarının da incelendiği söylenemez. Oysa bu zanaatkârların çizgileri; on yıllar boyunca dimağımızı şekillendirmiş ve toplumu biçimlendiren dönüştürücülerden biri olmuştur.
Kapak tasarım: Ali Suavi Sonar*
Kapak tasarım: Ali Suavi Sonar*
Babıâli’de Farklı Bir İşkolu
Eskiden yayınların hazırlandıkları yer, aynı zamanda basıldıkları yerdi. Babıâli’deki yayınevleri, gazeteler ve matbaalar, kurum içinde görevli ya da kendilerine dışarıdan iş üreten çizerlerle çalışırlardı. Çizgiyle yapılabilecek her iş onlardan istenirdi. Karikatürden kapak resmine, güzel yazıdan afişe kadar geniş bir alanda zikzak çizenleri de vardı, bir–iki alanda öne çıkıp ünlenenleri de. Bu kişiler, o dönem için ‘ressam’ olarak ifade edilen, aslında görev tanımı tam da belirlenmemiş sanatkârlardı. Daha çok yaptıkları iş üzerinden adlandırılırlardı; matbaa ressamı, kartpostal ressamı, kartvizit ressamı, afiş ressamı, kapak ressamı gibi; tabii bir de ressamların yaptığı işi sonlandırıp baskıya hazırlayan ya da ressamların yapması gereken işleri de yapmak durumunda kalan çinkograflar ve klişeciler vardı.
Basın–yayın dünyasının kalbi Babıâli’nin görselliğini inşa eden bu ressamlar, iç içe girmiş kurum ve yapıların arasında, kısa sürede kendilerine farklı bir yer edinip önemli bir meslek grubunu oluşturdular. Sanatkâr kişilikleri ve üretimlerindeki zenginlik öne çıkmalarını, belleklerde iz bırakmalarını sağladı. Babıâli, çok okunmak, çok satmak gibi türlü nedenlerle bu kişilerin maharetlerine başvuruyordu. Bu yüzden uzun yıllar Babıâli’nin en yüksek maaşlı çalışanları gazeteci–yazarlar değil geniş anlamıyla çizerler olmuştur. Hızlı üretmek ve tüm yayının görselliğini inşa etmek mecburiyetinde olduklarından ağır bir işçilikleri vardı. Üstelik hemen hepsi gazete ve dergilerin yanı sıra yayınevlerine, reklam sektörüne çalışmakta; başlık yazısı, ilan, afiş, kapak, ambalaj, logo gibi grafik eserler üretmekteydiler.[1]
Sanat tarihçilerinin, tarih araştırmacılarının, iletişimcilerin hep yararlandığı ama yapanını çoğu zaman fark etmedikleri, önemsenmedikleri bu kişilerin hayat hikâyeleri, Geç Osmanlı ve özellikle Erken Cumhuriyet döneminin görsel dünyasına ışık tutuyor ve derinlemesine araştırılmayı bekliyor. Osmanlı’dan günümüze Türk sanat tarihinin araştırılmamış, yazılıp üzerinde durulmamış pek çok noktası var; Babıâli’nin ressam zanaatkârlarının öyküleri de bunlardan biri.
Ali Suavi Sonar*
Babıâli Ressamları
Kimler kimler yoktu ki aralarında!? İlk anda akla gelen isimlerden bazıları: Ebüzziya Tevfik, Antranik, Hattat Halid, Arif Hikmet, Ressam Filip, Çinkograf Mehmet Usta, Ahmet Nazmi Bey, Ahmet İhsan Tokgöz, Celal Esat Arseven, İzzet Ziya Turnagil, Nazmı Ziya Güran, Feyhaman Duran, Hamid Aytaç, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Arif Dino, Kenan Temizan, Naci Kalmukoğlu, Sedat Simavi, İhap Hulusi Görey, Münif Fehim Özarman, Kenan Dinçman, Ramiz Gökçe, Rıfat Cevdet Akçiz, Sunusi Bey, Hayri Bey, Ömer Nuri Bey, Mazhar Nazım Resmor, Cemal Nadir Güler, Sabiha Rüştü Bozcalı, Hayrettin Çizer, Ratip Tahir Burak, Mazhar Apa, Tarık Uzmen, Behçet Safa, Ercüment Kalmık, Ferit Apa, Ali Suavi Sonar, Tahsin Öztin, Abidin Dino, Agop Arad, Necmi Rıza Ayça, Orhan Omay, Atıf Tuna, Şevki Çankaya, Sururi Gümen, Cemal Görkey, Bedri Kökten, Nezih İzmiroğulları, Turhan Selçuk, Avni Ekener, Selçuk Önal, Firuz Aşkın, Gevher Bozkurt, Mehmet Tekdal, Şahap Ayhan, Suavi Süalp, Mustafa Aslıer, Mesut Manioğlu, Bedri Koraman, Etem Çalışkan, Samim Utkun, Ayhan Akalp, Ayhan Işık, Ayhan Erer, Fikret Akgün, Öztürk Serengil, Çetin Aşki Özkırımlı, Faruk Geç, Vâlâ Somalı, Galip Bülkat, Sait Maden, Oral Orhon, Suat Yalaz, Adullah Turhan, Cemal Akyıldız, Güngör Kabakçıoğlu, Yalçın Çetin, Mehmet Aksel, Yücel Köksal, Berç Toroser, Cemal Dündar, Gürbüz Azak, Kemal Borteçin...
Özellikle 1920–1960 arasında çizerlik yapıp da çizgi roman, karikatür, kapak, reklam, sinema afişi yapmayan yok gibidir; gelen hiçbir teklifin reddedilmediği dönemler. Bugün sanat–tasarım camiasında ismi olan, saygı ve itibar gören ressam ya da grafik tasarımcıların 1960 öncesinde hayli popüler çalışmaları olduğu, bugünden bakarak anlamaya çalışmanın mümkün olmayacağı girift dönemler.[2]
Dolayısıyla Babıâli’nin gelişim süreci içerisinde türlü türlü dönemleri oldu, her dönem özellikleri açısından kendi ressam profilini de beraberinde getirdi. Örneğin başlangıçta Hamid Aytaç, Arif Hikmet, Halid gibi hattatları da, “Halikarnas Balıkçısı” adıyla bildiğimiz Cevat Şakir Kabaağaçlı gibi edebiyatçıları da çizer yönleriyle görmek mümkün. Babıâli kendi zanaatkârlarını yetiştirene kadar, sanat eğitimi almış Öztürk Serengil, Ayhan Işık gibi oyuncuların; Nazmi Ziya Güran, İzzet Ziya Turnagil, Ercüment Kalmık, Feyhaman Duran gibi ünlü ressamların da çizgisine başvurduğu anlaşılıyor.
Çoğu zaman geçinmek gibi anlaşılabilir nedenlerle, kısa süreli de olsa Babıâli’nin yolunu tutanlar, görsel iletişim tarihimizde anonim bir görsel dilin oluşumuna etki ettiler. Aslında sadece geçim sıkıntısıyla bakılabilecek bir mesele de değil bu. Piyasa, sanatı ve beklentileri ister istemez belirliyor, daha doğrusu normalleştiriyor; üreticilerin farklı mecralarda var olmasını, taklit ya da intihali meşrulaştıran bir sonucu olabiliyor bu çokluğun. Aynı çizerin devlet erkânının istiflediği kanonik ve siyaseten Türkçü bir tablosunu da görebiliyorsunuz, piyasa işi erotik bir çalışmasını da.[3]
Babıâli ressamları, basın–yayın hayatımızın en başından 1970’lere kadar ağırlığını korudu, 1990’lara gelinceye dek de etkisini sürdürdü. Türkiye’nin tarihinde bu kadar uzun süre sahne alan bir dönemin üretim yoğunluğu azımsanamaz; görsel hafızaya, ana akım görsel dile etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla Babıâli’nin zanaatkârlarının görsel dökümü bu pek de bilinmeyen dönemlere farklı açılardan yaklaşmamızı sağlıyor.
[1] CANTEK, Levent; “Basın Ressamlarının Kitabı”, Birgün Kitap, 18.06.2011, İstanbul, Yıl 4, Sayı 103, Syf 4.
[2] a.g.y.
[3] a.g.y.
*"Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi, Grafist Projeler, Ali Suavi Sonar Araştırma Projesi" / ©Proje Araştırma: Başak Ürkmez, Melis Tuncay / Danışman: Dilek Bektaş, Turgut Çeviker / Proje Asistanı: Ferhat Akbaba / ©Görseller: Koray Ariş, Gökhan Akçura, Turgut Çeviker, Yeşim Demir, E. Nedret İşli, Görgün Taner, Sadık Karamustafa, Osman Sonar, Başak Ürkmez
**Bu yazı, “1453” dergisinin “İstanbul’da Zanaat” dosyası için hazırlanmış, 2013’te sayı 18’de sayfa 10-16 arasında yayımlanmıştır. Kültür A.Ş.’nin izniyle yayımlanmaktadır.
***Emin Nedret İŞLİ araştırmacı yazar ve sahaftır. Ömer Durmaz iletişim tasarımcısı, tasarım tarihi araştırmacısı ve akademisyendir. Yazarlar, “Babıali’nin Ressamları” araştırmasını birlikte sürdürmektedirler.